Sahip olduğumuz nimetlerin farkında mıyız? İnsan, sahip olduğu şeylerin kıymetini bilmez hep daha iyisini istermiş. Elindeki her şey yok olduğunda kıymetini bilmediğin ne varsa mumla arar hale geliyorsun. Onlarca marka kıyafetin varken günlerce tek bir tane pijama ile kaldığında; çeşit çeşit ayakkabıların varken karlı havada günlerce terlikle kaldığında her şeyin kıymetini o an anlıyorsun. Küçücük dört duvarın veyahut çadırın da ev olacağını, kuru ekmek ile de karnının doyacağını, bir tane montla da ısınacağını, ayağındaki bir çorabın da yeteceğini öğreniyorsun. Zengininde fakirinde aynı sırada bir şişe su için beklediğinde malın mülkün hüküm sürmediği, unvanların hiçbir şeyi ifade etmediği, salt gerçekliğin yaşandığını görüyorsun.
Günler, aylar sonranın planını yaptığınız, hayallerle yattığınız sıcacık yatağınızdan neredeyse üç dakika süren büyük bir sarsıntı, duvarların sesi ve kırılan eşya seslerine uyandığınızı düşünün. Kiminin uyanmaya bile vaktinin olmadığını... Etrafında bazı binalar yıkılmış, şehrin ışıkları sönmüş, her yer karanlık eşliğinde toz duman olmuşken patlama sesini duyuyor ve alevleri görüyorsun. Şehrin bir kısmına yağmur diğer kısmına kar yağıyor. Karlı kısımda hava -15 °C’yi buluyor. Telefon şebekesi çekmiyor, yakınlarına ulaşamıyorsun. Ne halde olduklarını hatta yaşadıklarını dahi bilmiyorsun. Henüz kimseye ulaşamıyorken saatler sonra ikinci depremi yaşıyorsun. Bu kez daha çok sallanıyor, düz zeminde yürüyemeyip yerden yere savruluyorsun. Bir yandan eşyalar diğer yandan duvar parçaları düşüyor. Bulunduğun odanın kapısı basınçtan açılmıyor ve oraya hapsoluyorsun. Kurtulma şansının olmadığını ve öleceğini düşünüyorsun. Saniyeler içinde hayatın film şeridi gibi gözünün önünden geçiyor ve bütün emeklerin bir anda yok oluyor. Ertelediğin bütün güzelliklere, sevinçlere artık geç kalıyorsun. Yanında duran annen, baban, çocuğun veya eşinin çaresiz ve korkak bakışını gördüğünde dizlerine batan cam kırıklıkları sanki yüreğine batmış gibi hissediyor ve güçlü durman gerektiğini anlıyorsun. Dışarı çıktığında ilk depremden geriye kalan binalar da tek tek çöküyor: Yaşadığın ev, buram buram kokan yuvan, hayat arkadaşın, televizyon karşısında oturduğun koltuğun, muhabbetin en güzel yeri olan mutfak masan, sıcacık yemek yaptığın tenceren, balkonda sevgiyle büyüttüğün çiçeğin, kitaplıkta duran kitapların, özenle ütülediğin kıyafetlerin, göz bebeği gibi baktığın araban, canın kanın olan akrabaların, dert ortağın olan dostun, her gün görüştüğün komşun, manavın, marketin artık yok oluyor. Anıların, geçmişin enkaz altında kalıyor. Üşüyorsun, ısınacak yerin yok. Barınmak için ya çadırda ya da memleketinden uzakta yurt, otel vb. yerlerde kalıyorsun. Tanımadığın insanlar ailen oluyor. Evin, ülken oluyor. Ama hiçbir şeye alışamıyorsun, korkularını yenemiyorsun. Geriye sadece asla unutamayacağın depremin sesi, feryat sesleri ve şu konuşma sesleri kalıyor:
‘‘-1,2,3. Sesimi duyan var mı!’’
‘‘-112’yi arayın, acil buraya AFAD’ın gelmesi lazım.’’
‘‘-Yaralı mıydı onlar? +Yaralıydı ama Allah (c.c.) istedi aldı.’’
‘‘-30 saattir babamın cansız bedeniyle buradayım’’.
‘‘-Evde miyiz? +Evdeyiz evde. -Eve nasıl girdiniz? +Camdan girdik camdan, dedik çok güzel bir koku geliyor acaba dedik Zübeyde burada mı?’’
‘‘-Korkma cici kız, geldik, alacağız seni. +Acele etmeyin bir şeyimiz yok.’’
‘‘-Örtü verin örtü. Başörtüsü istiyor.’’
‘‘-Hiç canınızı düşünmüyor musunuz o tehlikeli anda. +Yok bizim canımız yok şu an. Bizim canımız Türkiye’’.
Her şeyini kaybedince anlıyorsun ki hayat kaybetmek ölmek demek değilmiş. Ölmek, nefes almamak demek değilmiş. Annenin, babanın, sevdanın, kardeşinin, dostunun birçok yakınının bedenlerini parçalar halinde toprağa vermekmiş. Mezarlarının başına çakılı bir tahta parçasında yazan sayıdan ibaret olduklarını görmekmiş. Yaşamaktan utanmakmış. Evini, memleketini, huzurunu kaybetmekmiş…
"Memleket isterim! Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun; kış günü herkesin evi barkı olsun".
(Cahit Sıtkı TARANCI)
Bir daha asla böylesine bir felaketi yaşamamak üzere tüm Türkiye'mize geçmiş olsun dileklerimiz ile...
Asrın felaketini hissedilerek yazılmış ve kelimeler o kadar güzel ki ... Ellerin dert görmesin.
Asrın felaketini adeta bir ruhu varcasına yazıya dökerek tüm şeffaflığıyla kalbimizde hissettirip, gözlerimizi kapattığımızda o gelen buruk toz kokusunda bizi bütünleştiren güzel insan eline emeğine sağlık.
Hep beraber çok kötu günler geçirdik Allah bir daha yaşatmasin kalemine sağlık.
Kalemine sağlık güzel arkadaşım devamı olur inşallah
Genç kardeşim; kalemine,yüreğine sağlık.yaşadıklarımıza çok içten tercüman olmuşsun